Kentin kenar mahallerinden birinde, kendi halinde yoksul bir şekerci yaşarmış.
Her gün evinin mutfağında akide şekeri yapar, kentin sokaklarında satarmış.
Yaşamlarını böyle sürdürürlermiş.
Ama şekercinin karısı öyle güzelmiş ki, değil o kentte o ülkede bile ondan güzel kadın olmadığı söylenirmiş.
Yoksul şekerci ve güzel karısı fakir ama huzurlu bir hayat sürerlermiş.
Çünkü paraları az olsa da birbirlerini çok sever, birbirlerini mutlu etmeye çalışırlarmış.
Ama bu mutlulukları uzun sürmemiş!
Bir gün şekercinin karısı bahçede çiçeklerini sularken kralın adamları sokaktan geçiyorlarmış.
Güzeller güzeli kadını görünce gözlerine inanamamışlar.
Derhal saraya dönüp efendilerinin huzuruna çıkmışlar.
“Haşmetli kralım! Bu kentte, yoksul bir mahallenin en yoksul evinde yaşayan ay parçası gibi bir kadın var.
Böylesine güzel bir kadın ancak sizin eşiniz olabilir.
Emir verin size getirelim, onun güzelliğine ancak siz layıksınız.”
Kral, ülkesinde kendi yandaşları dışında yaşayanları,
bir dilim ekmeğe muhtaç edecek kadar beceriksiz ve zalimmiş.
Tabii ki bu fikri çok beğenmiş.
Derhal adamlarına kadını saraya getirmelerini emretmiş.
Biraz sonra güzel kadını saraya getirmişler.
Kral kadının anlatılamaz güzelliğine vurulmuş.
Kalbinin bütün varlığıyla kadına aşık olmuş.
Ama kralın kadına aşık olması, onun kalbini kazanmasına yetmiyormuş.
O kimseyle konuşmuyor, bütün gün mahzun bir şekilde bahçede oturuyor, ya da kederle pencerelerden dışarıyı seyrediyormuş.
Kral kadını eğlendirmek için ziyafetler düzenliyor, tiyatrocuları ve soytarılarını çağırıyor, ama sarayda kimse evinden zorla koparılan bu yoksul kadının birazcık gülümsediğini bile görmüyormuş.
Zavallı şekerci ise günlerce evinde oturmuş, sevgili karısının geri gelmesini beklemiş.
Sonunda artık dayanamamış ve bir gün yeniden akide şekeri yapıp, kralın sarayının önüne gitmiş.
Belki de karımı uzaktan da olsa birazcık görebilirim diye umutlanıyormuş.
Sarayın önünde bağırmaya başlamış: “Akide şekeri taze, alın, tadın, buyurun…”
Kadın kocasının sesini tanımış.
Pencereye koşmuş. Gülümsemesi bir güneş gibi sarayın salonunu aydınlatıvermiş.
Adamları krala sevgili gözdesinin yoksul bir şekerciyi görünce güldüğünü müjdelemişler.
Kral şekerciyi huzuruna getirtmiş.
O gülümsemeyi görebilmek, güzel kadına kendini sevdirmek için her şeyi yapabilirmiş.
“Derhal bana elbiselerini ver! Sen de benimkileri giy!”
Kral yoksul şekercinin elbisesini giyip sokağa çıkmış.
“Kestane şekeri taze”
Ama kadın kralı tanımış ve planını da anlamış.
Nöbetçileri çağırarak sarayın dışında bağırıp herkesi rahatsız eden o adamı derhal uzaklaştırmalarını, sadece kentten değil, bütün ülkeden kovmalarını emretmiş.
Kral, “ben kralınızım aptallar, ne yapıyorsunuz!” diye bağırıyormuş, ama ne fayda! Nöbetçiler krallarını tanımamışlar.
Şekercinin karısı, kral elbiselerini giyen kocasını yanına alarak tahta oturmuş.
Kimse kralın değiştiğini anlamamış. Hatta insanlar seviniyorlarmış bile.
Çünkü eski zalim kral bir günde değişmiş, iyi kalpli oluvermiş.
Yoksul şekerci o ülkeyi güzel karısıyla birlikte çok güzel yönetiyormuş.
Bu bir Uygur Masalıdır.
Kral, saray, şekerci, şekercinin güzel karısı, yaptık, yapıyoruz, yapacağız ve benzeri masallardan medet umulmasın diye;
Ebedi Önder Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi, Cumhuriyetimizi gençlere emanet etmiş;
“Gençler! Cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”
Sözleriyle de tüm ulusun masal dünyasından çıkıp, gerçeklerle yüzleşmesini gençlerin başaracağına olan inancını dile getirmiştir.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…
Erhan Yurdayüksel
29 Ekim 2020