Canımızın istediği bir yeşil alanda yürüyebileceğimiz,
Çimenlere oturup termosta getirdiğimiz çayı içebileceğimiz,
yok eğer canımız istiyorsa ‘balık ekmeğimizi’ yiyebileceğimiz,
Rahat bir nefes alabileceğimiz,
İnsanca yaşayabileceğimiz alanlar daraldı.
İşte ‘İzmir Depremi’nde yaşananlar;
Trafikte sıkışıp kalan ambulansların acı siren sesleri…
Tam ‘evden çıkabildim kurtuldum’ diye düşünürken, bir anda gelen artçı sarsıntılar.
Korkular, kalp çarpıntıları, bir tarafta çalan telefon, diğer tarafta gelen mesajlar!..
“Annem iyi mi?..”
-“İzmir’deki yakınlarımız iyiler abi…”
Sevdiklerinizin sesini duyunca biraz içiniz rahatlasa da,
Televizyonda izlenen kahredici ölüm haberleri!..
Sözün bittiği yerde yaşanan çaresizlik.
Bu her zaman böyleydi!..
Telefonuma dostlarımdan gelen mesajlar;
“Bu yaşıma kadar 40 deprem gördüysem
hepsinin arkasından aynı konuşmalar yapıldı.
Gerekli tedbirler alınacak…
Değişen hiçbir şey yok!..”
Bir başka mesaj;
“Nasılsın abim?
Bizler aynı, sallanmaya korkmaya devam!..
Arkadaşın büyük kızı İdil, görmüşsündür!?.
O kurtarıldı en son…
Ona sevindim biraz ama diğeri vefat etti!..”
Gözlerim kızardı, gözlüğümün camları buzlu cam gibi oldu,
Okuyamadım öteki mesajları.
‘Sen kimsin?..’
Giderek özel alanlarımızı yok edip ranta çeviren,
Depremde bile gidebileceğimiz boş bir alan bırakmayan,
En özellerimizin içine girip yaşantımızı mahveden!..
Doğayı katledip, kirli hava, pis sularla bizleri zehirleyen.
Depremlerde, iş kazalarında, trafikte, selde,
önlem almayı beceremediğin virüslerle insanları ölüme sürükleyen?!
Birilerinin çıkarları uğruna kendi dünyalarımız daralıyor.
İnsan, nefes aldığı sürece vardır.
Doğada canlıların yaşam alanları yok oldukça,
yok olan aslında insandır…
Bu yok oluşlardan geriye bir avuç taraf,
bertaraf hesapları güden ‘zombi’ler kalır…
Erhan Yurdayüksel
03.11.2020